19 Nisan 2009 Pazar

hu hu?

ben hayata tepesinden bakmaya mı alışmıştım? küçük mü görüyordum herşeyi? bindiğim balondan gördüklerim kadar mıydı bu şehir, maket oyuncaklara benzeyen yeşil otobüsler, salata kasesini andıran o stadyumlar mıydı bana bu işkenceyi yapan? yoksa kokusunu bir daha hiç alamadığım kurumuş güller mi, dokunduğumda dağılacakmış hissini veren ve bu yüzden bakabilmekle yetindiğim "sadece içten gelen" bir tebessümün hediyesi mi?

ne büyüktü.. boğazı vardı, köprüleri.. bitmek bilmez yolları, ucu bucağı görünmeyen ufukları ve en güzeli yüreğimden gitmeyen o huzuru.. ne oldu onlara? nereye gittiler? çıkan yangında kül mü oldular, batan iskelenin altında mı kaldılar? yoksa köprüden mi atladılar?

daha tramvayı kovalayıp yetişecektim arkasından. kendimi güvercinlerin ortasına atıp uçuracaktım hepsini. daha uçurtmam olacaktı benim, uçurmayı öğrenecektim. tavlada hiç sayı vermeyecektim, nargile içecektim. oltaya balık takılsın diye beklerken onlar yemleri alıp kaçacaklardı.

herkes nereye gitti?



Bilge.

3 Mart 2009 Salı

kırmızıkalem

kırmızı kalemle küçük çizgili defterlere konu başlığı yazdığımız günleri hatırlayıp dudağımızın kenarında bir kıvrım oluşunca büyümüş mü oluyoruz? evet. büyüdük. tek renk yeterli oluyor artık tüm başlıklara. çocukken renkliydi hayat çünkü. renkli boya kalemleriyle doluydu kalem kutularımız. kalemtraşlarımızın bıçakları körelirdi. bir çöp tenekesi etrafında toplanıp kalem açmalarda çocukça fısıldaşıp gülümseyişler vardı ve çöp tenekesine atılanlar çöp değildi, çocukluğumuzun anılarıydı. bunu yıllar sonra büyüdüğümüzde anladık. açılan kalemlerden kalan artıkların bazıları çöp tenekesine düşerdi. bozulmamış olanlar da yıllar sonra bulunmak üzere defter, kitap sayfaları arasına yerleştirilirdi.

o yıllar evde, içinde fındık kabuğu yanan sobaların üzerinde mandalina kabuğu kuruttuğumuz yıllardı..



Bilge.