19 Nisan 2009 Pazar

hu hu?

ben hayata tepesinden bakmaya mı alışmıştım? küçük mü görüyordum herşeyi? bindiğim balondan gördüklerim kadar mıydı bu şehir, maket oyuncaklara benzeyen yeşil otobüsler, salata kasesini andıran o stadyumlar mıydı bana bu işkenceyi yapan? yoksa kokusunu bir daha hiç alamadığım kurumuş güller mi, dokunduğumda dağılacakmış hissini veren ve bu yüzden bakabilmekle yetindiğim "sadece içten gelen" bir tebessümün hediyesi mi?

ne büyüktü.. boğazı vardı, köprüleri.. bitmek bilmez yolları, ucu bucağı görünmeyen ufukları ve en güzeli yüreğimden gitmeyen o huzuru.. ne oldu onlara? nereye gittiler? çıkan yangında kül mü oldular, batan iskelenin altında mı kaldılar? yoksa köprüden mi atladılar?

daha tramvayı kovalayıp yetişecektim arkasından. kendimi güvercinlerin ortasına atıp uçuracaktım hepsini. daha uçurtmam olacaktı benim, uçurmayı öğrenecektim. tavlada hiç sayı vermeyecektim, nargile içecektim. oltaya balık takılsın diye beklerken onlar yemleri alıp kaçacaklardı.

herkes nereye gitti?



Bilge.

3 Mart 2009 Salı

kırmızıkalem

kırmızı kalemle küçük çizgili defterlere konu başlığı yazdığımız günleri hatırlayıp dudağımızın kenarında bir kıvrım oluşunca büyümüş mü oluyoruz? evet. büyüdük. tek renk yeterli oluyor artık tüm başlıklara. çocukken renkliydi hayat çünkü. renkli boya kalemleriyle doluydu kalem kutularımız. kalemtraşlarımızın bıçakları körelirdi. bir çöp tenekesi etrafında toplanıp kalem açmalarda çocukça fısıldaşıp gülümseyişler vardı ve çöp tenekesine atılanlar çöp değildi, çocukluğumuzun anılarıydı. bunu yıllar sonra büyüdüğümüzde anladık. açılan kalemlerden kalan artıkların bazıları çöp tenekesine düşerdi. bozulmamış olanlar da yıllar sonra bulunmak üzere defter, kitap sayfaları arasına yerleştirilirdi.

o yıllar evde, içinde fındık kabuğu yanan sobaların üzerinde mandalina kabuğu kuruttuğumuz yıllardı..



Bilge.

2 Kasım 2008 Pazar

bir nebze de istanbul'a olsun..*
* Son güneş gününe ithaf.



düşündüm de..

sanırım hep çocuk ruhumdu kaldırım taşlarında unuttuğum. üzerindeki çizgilere basmadan yürüdüğüm kaldırım taşları.. çatlayan kadehlerimden sızan taş plakların tozlu nağmeleri.. kulağıma inceden çalınan klarnet taksimleri.. bugün ne kadar da benimsin İstanbul..


ne garip.. kime neyi anlatmaya çalıştığının farkında olmadan yazar durur şu sol elim umarsızca. eskiden biriktirdiğim kağıt peçeteler, kartpostallar gibi; yazdığım kağıtlar da buruşturulup çöpe atılacaktı hiç tereddütsüz.. boş geliyor bazen yapılan edilen kafaya takılan herşey.. yazılan çizilen, yazılıp çizilmekten öteye gidemiyor çoğu zaman.

düşündüm de..

ben belki de hergün koskoca yalanlar üflüyorum her nefesimde. odam balonlarla doldu. rengarenk, cıvıl cıvıl.. çok değil, biraz, eski hayatımın önünden geçtim tekerlekler üstünde sarsıla sarsıla.. ve o an sicim gibi yağmur yağdı. ıslandım. eskidim.




Bilge.

30 Ekim 2008 Perşembe

"U" Dönüşü

Ben umut oldum, umut tek çare..
Sonra.. Bir tünel yuttu herşeyi.
Hiçbirşey düşünemiyor, hiçbirşey karalayamıyorum.
Defter bomboş.
Harflerin üzeri karalı.
Bir koca dağın içinde.
Beynimin kıvrımları söylenmeye hazırlanıp kurulmuş,
ve sonra söylenmekten vazgeçilmiş devrik cümlelerle dolu.
Hala neye cesaret, neye inat ki bu gözü karalık?!
En sevdiğim, en bildiğim, en güvendiğimin gözü karanlıkken..

Boşver dese üstad, bırak dağınık kalsın..



Bilge.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Köprüden önce son çıkış

Kaçıp gittiğim yolun sonunda durup arkamdaki ayak izlerime bakmaktı şu yaptığım. Ayak izlerime bakıp, gitmeye nerden başladığımı bulmaya çalışıyordum hergün. Artık tüm soru işaretlerim bir cam fanusun içinde. Onları görebiliyorum. Artık daha da anlamlı herşey. Ayak izlerim kaskatı duruyor hala. Kuma değil, betona basmışım donmadan. Geçip gittiğim yollar bir bir gözümün önünde. Ayaklarıma batan o sivri taşlar, canımı acıtan çakıllar.. Ruhumu kanatan o tüm can acıları.. Hepsi ayak izlerimin çukurlarında gömülü.. Her mevsimin başlangıcı işte bu yüzden hüzünlü artık. Her mevsimin ilk günü zor geçiyor, zor geliyor bana..

Git(miş)tim, gideceksin. İki farklı fiil kipi.. İkisinin de ortak noktası geç kalınmış, yetişil(e)memiş bir hayatın farklı zamanlarında söylenen bitiş cümlelerinin yüklemleri olmaları. Biraz iyi düşünürsek, şimdi olsa olsa kaostan kurtuluşun sevinç nidaları olmalı. "Gaza gelip" bütün kasabayı yerle bir eden coşkun bir deniz gördünüz mü? Ben gördüm. Kabus değildi.

Cam fanus doldu.
Nihayet.



Bilge.

14 Ekim 2008 Salı

Güne ağlayarak başlayan kız, gülerek devam ettirdiği günü kahkahalar atarak bitirdiğini düşünürken nasıl tekrar gözyaşları içinde güne nokta koyar? a l t ı n d a n ç ı k t ı ğ ı e n k a z a b a k a r a k . .


-ve mutlu son-

12 Ekim 2008 Pazar

Yasemin

Hayatımda ilk defa bir cenazeye katıldım. Şehir merkezinin göbeğinde ilk kez gittiğim bir cami avlusu.. ilk kez gördüğüm başörtülü kadınlar, yaşlı adamlar.. Etraftan gelen minibüs kornaları ile insan uğultusunu delip geçen bir acı sessizlik.. Çaresizlik içinde olan bitkin bedenler.. ve gözümün önünden gelip geçenler arasından gördüğüm ve sadece bakabildiğim tabut..!

Musalla taşının üzerinde öylece duran o tabutun kimlerin canını ne kadar yaktığını kimse biliyor muydu acaba? Yoldan geçen sıradan bir vatandaş olsam belki bunun farkında olmazdım ama o an o cami avlusunda o acıyı o kadar çok hissettim ki.. Bir anneydi o tabutun içindeki merhume.. Bugüne kadar evlatları için yaşamış, belki canını bile onlar için feda edebileceğini düşünmüş bir anne.. ve o an kendi canlarını anneleri için feda edebileceklerini düşünen evlatları onun için ağlıyordu. Bu acının tarifi var mıydı? Daha önce hiç yaşamadığım bir duygunun anlamını soruyorum şimdi. Bir tabutun yanına gidip içindeki cansız bedenle seni duyuyormuşçasına konuşmak nasıl bir duyguydu?



Bilge.
08.10.2008

12 Eylül 2008 Cuma




***

yol arkadaşım gördün mü,
duydun mu olup bitenleri?
kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri
yalnızlaşmışız iyice
üstelik de alışmışız
hiç beklentimiz kalmamış
dosttan bile..

korkular basmış dünyayı
şimdi bir semt adı "vefa"
kutsal kavgalardan bile
kaçan kaçana

anlaşılır gibi değiliz
tek bedende kaç kişiyiz
hem yok eden, hem de tanık
ne esaslı karmaşa..

ben sana küsüm aslında, haberin yok
koyup gittiğin yerde kötülük çok
kime kızayım
nazım senden başka kime geçer?
benim sensiz kolum, bacağım,ocağım yok.

sen esas alemi seçtiğinden beri
ben o saniyede bittiğimden beri
dünya bildiğin dünya
dönüp duruyor işte!
uzun uzun konuşuruz birgün
son İstanbul beyi..


***



Ve ilk demlerini yaşarken sonbahar, büyük harfler sallanıp yere düştü duvardan.. Çoktan ama ansızın..




Bilge.

6 Haziran 2008 Cuma

...

en kanlı savaşından galip çıkmak için kendini yırtıp duran bir benlik yanında, akrep ve onunla yarışa durmuş bir yelkovan birbirini tamamlayan en iyi üçlü oldu hayatımda.
acil ilk yardım ve zamanında müdahale sayesinde kayıp vermeden yol aldı huzur avuçlarımda.

...


Bilge.

6 Mayıs 2008 Salı

geçmişin diş izleri
...


" Bir gelecekti kalan benden geriye.. kendimi bıraktım atladım boşluğa.. rüyalarıma dokunmak için gün sayarken küçük bedenim, bir o kadar büyük kalbime rağmen sığınabilmiş her defasında kabuğuna.. yada sığabilmiş..

Daha önce hiç duymadığım komik hikayeler duydum rüzgardan.. içi içine sığmazdı ve hırçındı.. bazen can yakardı..

Ardımda hep gazı bitmiş çakmaklar bıraktım.. benim için mücadele sonuna kadardı.. fakat mücadeleyi sevmeyen ruhları sevdim çoğu zaman ve sonunda en büyük hatam da karşımda duruyordu var gücüyle.. görmezden gelmek ahmaklıktı.. üzerime basar geçer giderdi.. korktuğum zaman yüreksiz olurdum ben.. hala korkuyorum.. hala yüreksizim.. ama kalbim kocaman..!

Baş harflerini hep büyük yazardım cümlelerimin.. büyütecek birşey değilmiş halbuki.. hepsi devrikmiş özünde..

Mor halkalı yaralı gözlerden önce plastik çiçekler vardı hayatta.. hepsini yok ettiK.. bitti.. ve zaman, ılık bir bahardı.. bana baktın.. izin gözlerimde kaldı..

Gözyaşı umut köreltir yangını söndürmez.. gölgem yere düşmüş yürürken omzumdan.. sonra ben.. ve bir daha ben.. kaç kere düştüm çocukken aynı salıncaktan.. kollarım yara bere..

Hayatın sırrıdır belki de bu.. ya soğuk ya ılık.. sıcak olmayacaktır sözler asla.. gözler gibi.. ne acıdır ki acıtırlar gözbebeklerimi.. kendi gözlerimden akarım.. kanarım..
nefesim daralır.
ölürüm.
zamanı gelince..
tutamaz kimse beni. "


* dünle bugünü yan yana koyup karşıdan bakmak adına attığım düğümün hiç çözülmeksizin bağlı kalması şerefine..



Bilge.

3 Mayıs 2008 Cumartesi


"sıfır denklemi : elde avuçta olmayan, ama olduğunda yok eden."

.

güneşin doğmasını hiç istemedim bugün,
şimdi de batmasını istemiyorum..

.

bugün özlediğim gündü.. sahilde adana dürümümü yedim, ayranımı içtim.. biraz hayat hikayesi dinledim.. sonra ruhumla el ele yürüdüm.. akşama kadar..

şimdi ruhumun batıp çıkamadığı tüm çelişkiler içinde nefessiz kalıp gözlerimi kapatsam ve hiç açmasam.. bugün kendime bu iyiliği yapsam.. sen de kurtulsan, ben de kurtulsam..

bak saydık ve bitti.. son durağa geldim.. ineceğim şimdi.. küçülüp yok olarak..



Bilge.

26 Nisan 2008 Cumartesi

"Gittiğin yerler nasıl, bilinmez güzelim.
Buralar aynı o günden beri.."

...

Birbiriyle alakasız uzun cümleleri bir araya getirip onları bir bütünmüş gibi göstermekte üstüme yok. Hayatımda yaşadığım farklı olayları da 18-25 yaş kategorisine sokabiliyorum bu yüzden. 18'den önceki yaş aralığı bana ait değilmiş gibi.. Milattır halbuki 18 ama kimse bilmez bunu. İkinci milattayım şimdi de..

Takvim yaprakları düştükçe beynim avuçlarıma dökülüyor pul pul ve bu haldeyken düşünüp karar vermekte zorlanıyorum çoktan seçmeli sorular bütünü olan yaşantımı puanlarken.. Sınıfta kalmak içten bile değilken, biriken kanaat notlarım ortalamamı yükseltiyor ansızın. Hayatta kalmak sınıfta kalmakla eş değer olmuş, ölmek de ödül gibi..

Ne zamandır sudaki yansımama bakmıyorum ben, iliklerime kadar ıslanmıyorum. Kendime bakabildiğim tek yer aynalar ama orda da bi' yabancıdan başkası yok!

"Bugünlerde kendimden olabildiğince uzak duruyorum. Özlediğim şey ise sadece kendim değil, kendim kadar uzak durduğum herşey." iken; gecenin koynunda uyumaktan da öteye gitmek, silip yok etmek herşeyi, bir anda pat diye düşürüvermek avuçlarımdaki mutluluğu.. geliyor aklıma. Sırası mı şimdi? Zaten deli dediklerim delirtmedi mi hep beni?

Bazen diyorum ki yükselsem Anadolu yarımadası gibi, yükselip en tepeden baksam şöyle, neler oluyor neler dönüyor dünyamda? Ama bende iskandinav kanı var galiba. Ne kadar dibe çökmüşüm omzumdaki buzullardan. Yaşasın küresel ısınma!! İroniden kim ölmüş.

Onarabildiğin kadar onar demiş çiçekleri bahçevan. Bana bırakmış işi. E haklı adam. Onun işi çiçekleri budamak ne de olsa. Plastik bunlar nasıl budansın. Onarılır en fazla.

Hadi kal sağlıcakla..



Bilge.

13 Nisan 2008 Pazar

24 yaş sendromuma selam olsun.


Hayata neresinden baktığımın farkında mıyım değil miyim bilmiyorum. Bu bilmediğim noktada tek ayak üstünde durmakta zorlanıyorum. Yoruluyorum. Fazlasıyla yorgunum. Bir türlü hesaplaşamadığım iç dünyamla kavga edip duruyorum. Belki de kalem çoktan kırıldı ve birinin gelip bunu bana söylemesini bekliyorum. Ne dersin?

Bugünlerde gökyüzü daha bir kızıl, bunun bir sebebi olmalı. Ama 'nisan'dandır. 'Nisan'ın gelmesinden. Bir türkü vardı bilir miydin? "Nisan geldi hüzünlendim ben yine" diye. Geri kalan kısmını hatırlamıyorum.

Neyse.

Bundan sonra kimin hikayesi olursun bilmiyorum ama ben hikaye yazmayı bırakıyorum. Bir tane mutlu sonum vardı onu da çerçeveletip duvara astım.
Siyah-beyaz.
Sen seversin..



Bilge.

29 Şubat 2008 Cuma

-içten gelen sesler korosu gururla sunar-


"Ne zaman istersen arayabilirsin" dedi. Kapattık. Daha önce yüzlerce defa yaptığımız gibiydi telefonu kapatışımız. Ama kalp çarpıntılarım kulaklarımda müthiş bir uğultu yaratıyordu. 'Son'ları yaşamak yoruyor adamı. Belki yapraklar da ağaçlardan düşerken ağlıyorlardır, kötü hissediyorlardır. Evet evet kesinlikle böyledir. Yoksa sararıp kopmak o kadar kolay mıdır yani? Hiç sanmıyorum.

Neden arayayım ki ben onu? Neden aynı şeyi yaşayayım yine, bunu kendime neden yapayım? Zor zaptettiğim ellerimi neden titreteyim yine? Nefes alıp vermemi sıklaştıracak başka yollar da bulabilirim kendime elbet. Neden kolay olanı seçeyim ki? Biraz sonbahar yaprağı olayım. Söküleyim ait olduğum, tutunduğum daldan. Kanayayım, acıyayım.
Peki bunu hak ettim mi?
Hayır, etmedim.
Etmedik..

Zaten hangimiz layık olduğumuz hayatı yaşıyoruz ki. Sırf inat olsun diye de buna ağlanmaz deil mi ama?
..
Bugün o tramvay geçen caddede küçük bir insan gördüm. Tam yanından geçtim. Geçerken o olduğunu anlamıştım. Yüzüne baktım, aynı ifade vardı. Elinde sakız dolu küçük kutu.. insana insanlığını hatırlatan bakışlarıyla ağır ağır adım atıyordu. Hemen kafamı çevirdim. Ah dedim, keşke fotoğraf karesinde kalsaydın! Hiç zamanı değildi şimdi. O dakikadan beri beynim düşünceleri ortaya salıp salıp geri çekiliyor. Nasıl başa çıkıyorum hayret ediyorum.
..
Sırf yenilmemek için verdiğim uyuz cevaplar içimi acıttı. Bana değil, davranışlarımın önüne yapıştırıldı bir anda o italik yazılmış olan sıfat. Sinirliyim sandı ama sakindim ben konuşurken. Çok hızlı nefes alıyordum sadece. Onun da sinirbozucu bir sakinliği ve rahatlığı vardı.

*Şimdi, az sonra bir kahkaha atacağım ve sesim; tam ortasında bulunduğum dört duvara çarpıp dağılacak ve ben buna kısaca yankı diyeceğim.

Gerçekten de yalnızca gölgesi miydi yerlerde olan? Nedir ki gölge? Kaşı, gözü ve aklı olmayan, kalpsiz, her gün her defasında sen olmaya çalışan siyah bir iz. Eee hanginiz hanginiz peki?

Bunu düşünürken sırt çantamın ön cebinde darmadağın olmuş, sapı olmayan bir çiçek buldum. Sanırım bir zamanlar bir güldü. Kurumuş koyu sarı yaprakları benden habersiz bir bir kopmuş. İnsan bunun için ağlar mı? Oturdum ağladım üşenmeden.

*Beceremedim kahkaha atmayı. Yapmacık oldu.
Hoşlanmam yapmacık olmaktan.
Bi'şey anladın mı?
Anlayamazsın.



Bilge.

23 Şubat 2008 Cumartesi



***


"Yeni bir başlangıca adım atmayı,
dünkü kalıpları kırmayı,
yapabilirken 'yapamam', olabilirken 'olamam'
ve bütünüyle özgürken
'kapana kıstırılmışım' dememeyi
öğret bana Tanrım."


***


"Bu dünyada hiçbirimiz
gözyaşlarımızdan utanmamalıyız;
çünkü katı kalplerimizi çölleştiren kumların
üzerine dökülen yağmur gibidir
gözlerimizin yaşı."


17 Şubat 2008 Pazar

saat iki düeti
..

dumanların boğuluyor ruhumun odalarında
mum ışığında
hatıralar dökülüyor sanki gözlerimin önünden
bir sonbahar akşamında rüzgarla savrulan yapraklar gibi

bana biraz yalan söyle bu gece, biraz
ihtiyacım var olur mu?
hayatı yalanlardan kurtaran insanlar çıkmadı karşıma
alışkanlığım belki de bundan..
belki de doğru olduğunu kabul etmek istemediğindir hayat!

çiçeklerimdi tüm sevdiklerim
onlar da soldu günün birinde
yine kış geliyor üşüyeceğim
hatta üşüyorum ellerim yok.

hep gidişler görüyorum arkama baktığımda
ellerim karanlıkta kalıyor
gün ışığı uzakta
umut dolu yarınlar öyle erişilmez ki ufuklarımda
şimdi yosun olacak her yer

sana anlatamamak kendimi, o kadar üşüttü ki beni, düşlerimde çıkan yangını bile hissedemedim. içimden kopup gelen bütün dizeler sadece zihnimde döndü durdu, geçmedi geçemedi yazıların diline, şarkı söylemek istiyordum oysa bu gece, bir dalga bekliyordum ufuk çizgisinden gelen, ama o hırçın dalga gelmedi kıyılarıma!

ne fırtına bu gece yarısı?

oysa rüzgarlar dinmiş sanıyordum, niye bu kadar hırçın o sessiz dalgalar şimdi?

gece yine derin, yine karanlık, düşlerim esir kuytularında..

tüm bekleyişim derin sessizliğinmiş meğer, kalmamış vakit karanlığın gölgesinden kaçan ruhumun ışığa koşmasına, çıkamadım hala üşüyorum o derin kuyuda..

ben her gece üşüdüm yalnız karanlığımda, ne gözyaşları döktüm çaresiz yalvarışlarda, vurulan yüreğimdi senin savaşlarında..

yüzünden düşen bin parçadan biriyim, en son düşen ben miyim bakışlarından?
kül rengi hayalerinde kendimi buldum
sensizlik bir uçurum
tut beni düşüyorum.

bana benziyor yüreğin sanki
senin yüreğinin yansıyan aksi benimki..


Bilge.

14 Şubat 2008 Perşembe

Hadi sevgilim gel şimdi ölelim..

"Aşk diye diye kendimi bilinmez bir uçuruma atıyordum ve birden bir sesle irkildim, hatta binlerce sesle.. Ne sağırmışım. Etrafıma baktım ve binlerce uçurumdan bir bir düşen insanları gördüm. Yüzlerindeki acı ifadeyi ve saklamaya çalıştıkları o son anı gördüm. Gözlerindeki dökemedikleri o son gözyaşlarını gördüm. Titriyorlardı, ifadesiz duruşu olan bedenleri vardı. Yüzleri mimiksizdi. Çığlıktan sonra tutunmaya çalışıyordu soğuk elleri. Ama başaramıyordu. Birçok işte olduğu gibi kurtulmakta da gönülsüzdüler çünkü. Yaşayıp da ne yapacaklardı? Bu cehennem zebanisi acıları hançerleyip atmak mümkün olmuyordu ki. Şu inadına mavi gökyüzü, inadına berrak sular, inadına ışıl ışıl güneş dururken balçıkla da olsa sıvanmıştı neşeleri. 'At kendini denize, at kendini ve kurtul bu kahrolası sevimsiz varlığından.' diyordu içlerindeki ses."
Benim de içimde bir ses vardı bas bas bağıran. 'Üzülmek mi? Hadi ordan!' diyordu. 'Teslim etme gözyaşlarını bünyene, ruhunun içi zaten sırılsıklam rutubetten.'
Devrik cümlelere inat hep gizli öznelerim vardı sakladığım, düz cümle kurarım umuduyla. Dilbilgisi defterlerimin tek imla hatası da senin adındı.
O zaman hadi sevgilim gel şimdi ölelim..

Bilge.

13 Şubat 2008 Çarşamba

***
Bütün yapraklar yere düşmüştü ve gün batarken her yer kızıldı. İnsanın içini ürperten sabah ayazı tek habercisiydi belki biten mevsimin. Son demlerini yaşıyordu doğanın koyu yeşili ve geride bıraktığı çıplak ağaçları düşünmeksizin aldı bavulunu gitti başka ağaçların yeşili olmaya. Bulutların gölgesindeki güneş ise çoktan kaybolmuştu.
Gitme vakti gelmişti. Yanıbaşında duran boş sandalye avutamıyordu onu artık ayışığı kadar. Ateşin içinde üşüyordu. Kendi dumanıyla zehirlendiğinin farkında değildi. Cebinden çıkardığı lolipop şekerini camdan aşağıya bıraktı.
Yıldızlardaydı. Gecenin koyu mavisine el sallarken yarım kalmış martı seslerini işitti, ayın gölgesine gizlenmiş bir tebessüm yakaladı, güldü, ağladı..

Bilge.

***

12 Şubat 2008 Salı

İthaf


Yine çıktı o deli rüzgar. Aynı yöne savursa da ikimizi, aynı yönde farklı hayatlara sahibiz yine de. Ne kadar aynı yöne gitsek de beraber ama ayrı; birimiz hep bir adım önde. Oysa ben mor bir çiçek olmaktansa yaşlı bir çınar ağacının düşen son yaprağı olmak isterdim. Rengini ve tazeliğini kaybetmiş... Ve bir zamanlar o çınar ağacında yaşıyor olmak bile teselli edemezdi beni. Tebessüm kokardı gözlerin ve bir bekleyiş yerleşirdi mimiklerine. Yüreğine sığmazdı gözyaşlarım, hıçkırıkların arasından sızar dururdu. Yine çıkardı o deli rüzgar ve ben yine sana tutunurdum.

Bilge.
Aralık 2005

Zannımca aramızda bir suçlu vardı..

Soluk alıp verirken bile zorlanıyordu gözlerim seni görmekte. Ölünce nasıl görecektim? Sessizlikten korkardım, küçükken karanlıktan korktuğum gibi. Ama kalabalıkta da yürüyemezdim yalnız yürüdüğüm gibi. Sonra kalabalıkta yürümeyi öğrendim, kalabalıkta da yalnız olduğumu fark ettiğim gibi..
O halde rüyadan uyanış mı bu yoksa kabusa yatış mı? Ne başka bir soruya, ne de başka bir cevaba tahammülüm var bugün artık! Sence yokluğunda kendimi derin uçurumların kenarında bulduğum dost kahkahasına sığdırabilir miyim bütün notaları bir çırpıda? ve beni o derin uçurumlardan çekip alan teselli edişlerde bulabilir miyim birkaç satır avuntu?
Bilge.

10 Şubat 2008 Pazar

Başlangıç

İstemek başarmanın yarısıdır derler. Başlamak da bitirmenin son harfi midir o zaman? Bir şeylerin bitmesi gerektiğini düşünmeksizin yapılan her hamle başlangıç olmalıdır.. Birşeyler başlarken başka bir yerde de birşeyler bitmemelidir mutlaka.. O zaman kadehimi kaldırıyorum.. Hiç bitmeyen başlangıçlara..

Bilge.