30 Ekim 2008 Perşembe

"U" Dönüşü

Ben umut oldum, umut tek çare..
Sonra.. Bir tünel yuttu herşeyi.
Hiçbirşey düşünemiyor, hiçbirşey karalayamıyorum.
Defter bomboş.
Harflerin üzeri karalı.
Bir koca dağın içinde.
Beynimin kıvrımları söylenmeye hazırlanıp kurulmuş,
ve sonra söylenmekten vazgeçilmiş devrik cümlelerle dolu.
Hala neye cesaret, neye inat ki bu gözü karalık?!
En sevdiğim, en bildiğim, en güvendiğimin gözü karanlıkken..

Boşver dese üstad, bırak dağınık kalsın..



Bilge.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Köprüden önce son çıkış

Kaçıp gittiğim yolun sonunda durup arkamdaki ayak izlerime bakmaktı şu yaptığım. Ayak izlerime bakıp, gitmeye nerden başladığımı bulmaya çalışıyordum hergün. Artık tüm soru işaretlerim bir cam fanusun içinde. Onları görebiliyorum. Artık daha da anlamlı herşey. Ayak izlerim kaskatı duruyor hala. Kuma değil, betona basmışım donmadan. Geçip gittiğim yollar bir bir gözümün önünde. Ayaklarıma batan o sivri taşlar, canımı acıtan çakıllar.. Ruhumu kanatan o tüm can acıları.. Hepsi ayak izlerimin çukurlarında gömülü.. Her mevsimin başlangıcı işte bu yüzden hüzünlü artık. Her mevsimin ilk günü zor geçiyor, zor geliyor bana..

Git(miş)tim, gideceksin. İki farklı fiil kipi.. İkisinin de ortak noktası geç kalınmış, yetişil(e)memiş bir hayatın farklı zamanlarında söylenen bitiş cümlelerinin yüklemleri olmaları. Biraz iyi düşünürsek, şimdi olsa olsa kaostan kurtuluşun sevinç nidaları olmalı. "Gaza gelip" bütün kasabayı yerle bir eden coşkun bir deniz gördünüz mü? Ben gördüm. Kabus değildi.

Cam fanus doldu.
Nihayet.



Bilge.

14 Ekim 2008 Salı

Güne ağlayarak başlayan kız, gülerek devam ettirdiği günü kahkahalar atarak bitirdiğini düşünürken nasıl tekrar gözyaşları içinde güne nokta koyar? a l t ı n d a n ç ı k t ı ğ ı e n k a z a b a k a r a k . .


-ve mutlu son-

12 Ekim 2008 Pazar

Yasemin

Hayatımda ilk defa bir cenazeye katıldım. Şehir merkezinin göbeğinde ilk kez gittiğim bir cami avlusu.. ilk kez gördüğüm başörtülü kadınlar, yaşlı adamlar.. Etraftan gelen minibüs kornaları ile insan uğultusunu delip geçen bir acı sessizlik.. Çaresizlik içinde olan bitkin bedenler.. ve gözümün önünden gelip geçenler arasından gördüğüm ve sadece bakabildiğim tabut..!

Musalla taşının üzerinde öylece duran o tabutun kimlerin canını ne kadar yaktığını kimse biliyor muydu acaba? Yoldan geçen sıradan bir vatandaş olsam belki bunun farkında olmazdım ama o an o cami avlusunda o acıyı o kadar çok hissettim ki.. Bir anneydi o tabutun içindeki merhume.. Bugüne kadar evlatları için yaşamış, belki canını bile onlar için feda edebileceğini düşünmüş bir anne.. ve o an kendi canlarını anneleri için feda edebileceklerini düşünen evlatları onun için ağlıyordu. Bu acının tarifi var mıydı? Daha önce hiç yaşamadığım bir duygunun anlamını soruyorum şimdi. Bir tabutun yanına gidip içindeki cansız bedenle seni duyuyormuşçasına konuşmak nasıl bir duyguydu?



Bilge.
08.10.2008